Benlik Nedir? Benliğimiz bir yanılsama mı?

Benliğimiz Bir Yanılsama Mı?

Psikoloji

Nedir bu “benlik” denen şey, neye benzer, nerededir? Doğduğumuz andan beri bizimle midir? Benlik nasıl gelişir? Ne işe yarar? Var mıdır, yok mudur, yoksa bir yanılsama mıdır? Tüm bu sorulara gelin birlikte cevap arayalım.

Benlik Nedir?

Benlik, beden ile sosyal sistem arasındaki temel bağdır.Kişilikle benliğin farkı nedir?” diye soracak olursak; kişilik, doğuştandır ve benliğimizin bir parçasını oluşturur ancak hiçbirimiz benlikle doğmayız. Benlik sosyal ilişkilerle oluşur, şekillenir. Çocuklara “Sen kimsin?” sorusunu sorduğumuzda hemen hemen hepsi fiziksel özelliklerinden bahseder. Ancak çocuklar sosyal ilişkileri geliştikçe kendilerini sosyal rolleriyle de tanımlamaya, benliklerini geliştirmeye başlarlar. Peki bu benlik ne işimize yarar, neden önemlidir?

benlik nedir

Ben, benliğin en önemli işlevinin, sosyal ilişkiler kurmaya başlarken attığımız ilk adımı oluşturması olduğunu düşünüyorum. İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal ilişkilerimizi kurarken kim olduğumuz ve karşımızdakinin kim olduğu çok önemlidir. Bir insanla iletişimi başlattığımız anda ikimizin de benlikleri hemen kendini gösterir. Ancak bu benlik özgür iradeye sahip, bağımsız bir benlik midir yoksa öyle olduğunu düşündüğümüz bir yanılsama mıdır? Yanılsama olduğunu gösteren bir sürü kanıt olmasına rağmen bunu kabul etmek biraz zor olsa da bu kanıtları anladığım kadarıyla sizlere aktarmaya çalışacağım.

Benlik beynimizdedir diyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını vermeye çalışan birçok farklı görüş vardır. Filozof Galen Strawson’ın “Ego Teorisi“ne göre benlik bedenlerimizin içindeki bizlerdir. David Hume’un “Demet Kuramı“na göre ise benlik birbiri üzerine yığılmış düşünce, duygu ve algılardan oluşmaktadır. Benlik bu deneyimlerin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Günümüzdeki araştırmalar Demet Kuramını desteklemektedir. Eğer benlik duygu, düşünce ve algıların bütünüyse ve bunların bir araya gelmesiyle benlik sunumuyla ilgili davranışlar ortaya çıkıyorsa, benlik beyindedir. Yani kim olduğumuz beynimize bağlıdır.

Ancak çevredeki bazı olaylar, durumlar ya da uyarıcıların benlik üzerindeki etkisi yadsınamaz. Beyin aktivitelerini bozan bir madde kullanıldığında kişinin olduğundan farklı davranması bu yargıya güzel bir örnektir. Daha büyük beyinlere sahip hayvanların daha sosyal olduğu da benliğin beyinde olduğuna işaret eder. Benliği şekillendiren bütün deneyimler ve anılar beyinde depolanır ve benlik yanılsaması beyinde inşa edilir. Ancak buradan benlik ile bellek aynı şeydir gibi bir çıkarım yapmak doğru değildir. Belleğini kaybeden insanların bir benliği yoktur diyemeyiz.

Ayna Nöronlar

Bebeklerin ilk sosyal etkileşimleri gülümsemeyle başlar diyebiliriz. Bir bebeğe gülümsediğimizde o da bize gülümser ve iletişim, sosyal etkileşim başlamış olur. Bebekler yaşamlarını devam ettirebilmek için başkalarının bakımına muhtaç olduğundan gülümsemeyi ihtiyaçlarını giderecek kişinin dikkatini çekmek için kullanır ve bunu başarırlar da. Yetişkinler bebeği güldürebilmek için türlü oyunlar üretirler. “Ce-ee!” oyunu bunlardan biridir. Bebek bu küçük oyunlarla sosyal ortama girmeye başlamış olur ve yeni deneyimler, yeni anılar biriktirir. Benliğin ilk adımları bu anılar sayesinde atılır. Bebekler benliklerini geliştirebilmek için başka insanlara ihtiyaç duyarlar ve onları, gülümsemeleriyle kendilerine çekerler. Daha sonra onları izlerler ve taklit etmeye başlarlar. “Ayna nöron” kavramı bu noktada önemlidir.

Ayna Nöron

Ayna nöronlar karşımızdaki kişinin hareketlerini taklit etmemizi açıklar. Örneğin, birisi bize gülümsediğinde kendimizi de ona gülümserken bulduğumuz çok olmuştur. Karşınızdakini taklit ederek bacak bacak üstüne attığınızı, kollarınızı birleştirdiğinizi, esnediğinizi ya da konuşma biçiminizi ve ses tonunuzu onunki gibi ayarlamaya çalıştığınızı fark ettiğiniz zamanları hatırlamaya çalışın. Başkalarını izlerken onların duygularını da ayna nöronlarımız sayesinde deneyimleyebiliriz. Bir filmde ağlayan birini gördüğümüzde hüzünlenmemiz, yapılan espri komik olmasa bile arkadan verilen gülme sesi efektinin bizi güldürmesi ayna nöronlarla açıklanabilir. Ayna nöronların açıkladığı bu taklit davranışları birer deneyim ve anı olarak kodlanıp benliğimizin oluşmasına katkı sağlıyorsa; benliğin, ayna nöronların bir yanılsaması olabileceğini düşünülebilir. Benlik yanılsaması, bu kopyalama davranışından habersiz olmamızı sağlar.

Ayna Benlik

Charles Horton Cooley’nin “Ayna Benlik” kavramı ise benliğimizin etrafımızdaki kişiler tarafından şekillendirildiğini anlatır. Her insan bize bir ayna tutar ve bizim benliğimiz o aynalarda gördüğümüzdür. Hangi aynaya bakacağımızı biz seçeriz. Böylelikle her bağlamda benliğimiz farklılaşır. Duruma, zamana, karşımızdaki kişinin kim olduğuna, bizden ne beklediğine göre benliğimiz değişiklik gösterir. Cooley gerçek bir kimlik olmadığını da söyler. Benliğimizin aslında etrafımızdaki kişilere göre oluştuğunu düşününce saf, gerçek ve tamamen bize ait olan bir benliğin olduğunu iddia etmek biraz mantık dışı görünüyor. Bence Ayna Benlik kavramı benliğin bir yanılsama olduğunu gözümüze soka soka gösteren bir kavram. 

Benlik sunumunun işlevlerinden biri kendini yapılandırmaktır. Başkalarını olumlu özelliklere sahip biri olduğumuza ikna etmek, aynı zamanda kendimizi de buna ikna eder. Örneğin, kendimizi yardımsever biri olarak sunduğumuzda gerçekten yardımsever olduğumuza inanırız. Hele bir de karşımızdaki kişinin gözünde bizim yardımsever olduğumuza ikna olduğunu gördüğümüzde, bunu yanlışlamamak için, onun göreceği şekilde yardım davranışlarında bulunmaya başlarız. Yani bir bakıma zamanla yardımsever bir benlik oluşturmaya başlarız. Bu da benliğin bir yanılsama olduğuna işaret eder.

Sosyal Zeka

Benliğin bir yanılsama olduğunu düşündüren kavramlardan biri de “sosyal zeka” kavramı. Sosyal zeka; istenen izlenimi başarıyla oluşturmak için ne yapmak gerektiğini bilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Yani sosyal zekası yüksek olan bir kişi “Şu şekilde davranırsam karşımdaki kişi benim hakkında böyle düşünür.” diyerek benliğini sunar. Kişi bunu yaparken de yaptıktan sonra da karşısındaki kişinin gözlerinde nasıl göründüğüne bakmak zorundadır. O kişinin gözlerinde benliğini oluşturur sonra benliğinin o olduğunu düşünmeye başlar. Bu durum ayna benlik kavramı ve benliğin bir yanılsama olduğu görüşüyle açıklanabilir. Aslında gerçekten olduğumuz kişi, etrafımızdaki kişilere bağlıdır.

Özgür İrade

Özgür bir iradeye sahip olduğumuz düşüncesi hepimizi rahatlatır. İnsanlar seçimlerinin kendi iradeleri sayesinde olduğunu düşündüğünde kendilerini daha güvenilir hisseder ve kontrol sahibi olduklarını düşünürler. Peki benliğimiz bir yanılsamayken seçimlerimiz ne kadar özgür irademize bağlıdır? Seçimi yapacak olan bizim benliğimizse ve benliğimiz başkalarına bağlı olarak inşa edildiyse; yaptığımız seçimde özgür irademizi kullandığımızı nasıl söyleyebiliriz?

Seçimlerimiz benliğimize, genetik mirasımıza, geçmiş yaşam deneyimlerimize, amaçlarımıza, hedeflerimize ve koşullara göre değişir. Seçimlerimiz bunların hepsinden etkilendiğine göre “Ben bu seçimimi özgür irademle yaptım.” demek gibi bir lüksümüzün olmadığını düşünüyorum. Kararlarımızı bilinçli olarak aldığımızı düşünsek de; bir şeye karar verirken değerlendirme yapan, ölçüp tartan süreçler bilinç dışında gerçekleşir.

Özgür İrade nedir?

Örneğin, bir mağazada hangi kazağı alacağımıza dair karar verirken, hangisinin rengini daha çok beğendik, hangisi üzerimize daha iyi oturdu gibi soruların yanıtlarını bulmaya çalışırız. Ancak biz bunları düşünmeden önce zaten hangi kazağı alacağımıza bilinç dışında karar vermiştik. Bu soruları cevaplandırırken sadece bilinç dışında verdiğimiz kararı doğrulamaya ve seçtiğimiz kazağın bizim için en iyi kazak olduğuna kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz. Çünkü verdiğimiz kararın yanlış olduğunu anlamak bizim için oldukça zordur. Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı da bununla ilişkili olarak yorumlanabilir. Eğer kazağın rengini çok da beğenmediysek ve o kazağı almaya karar verdiysek aradaki uyuşmazlıktan kurtulmak için “Bu renk de bana yakışıyor aslında, neden daha önce bu renk bir kazak giymeyi denemedim ki? Artık bu renkleri de giymeyi tercih etmeliyim.” gibi cümleler kurup kendimizi ikna ederiz. Artık rahatlıkla kasaya gidip rengini çok sevmediğimiz ama bize yakıştığını düşündüğümüz kazağı gönül rahatlığıyla alabiliriz. Ancak mağazadan kazağı alıp çıkarken aynı kazağın sevdiğimiz bir rengini görmek yaptığımız tercihin ne kadar doğru bir tercih olup olmadığını tekrar sorgulatır. Bu durumda ya ilk aldığımız kazağın renginin bize yakıştığına dair çevremizdeki insanlardan ipuçları toplamaya çalışırız ya da bu çelişkiye daha fazla dayanamayıp gidip kazağı değiştiririz.

Özgür irade meselesi sadece seçimler bağlamında değil tüm eylemlerimiz bağlamında tartışılabilir. Eylemlerimizin özgür irademize bağlı olduğunu düşünürüz ama bu da bir yanılsama olabilir. Bazı davranışlarımızı batıl inançlarımız kontrol eder. OKB tanısı almış bir kişinin sürekli sergilediği davranışları özgür iradesiyle yaptığını söyleyemeyiz. Tabaktaki şekeri almaması söylenen bir çocuk buna katlanmaya çalışırken özgür iradesi ne kadar devrededir? Tüm bunlara rağmen özgür bir irademizin olduğu yanılsamasına düşmek her zaman daha işlevseldir. Örneğin; ben bu yazıyı yazarken özgür irademle yazdığımı düşünürsem tamamlamaya daha çok motive olurum. 

Benliğimizi oluşturabilmek için önemli konulardan biri ise karşılaştırma yapma ihtiyacımızdır. Eğer benden daha az başarılı birisiyle kendimi karşılaştırırsam; aşağı doğru karşılaştırma yapmış olurum ve başarılı birisi olduğumu düşünürüm. Bunun tam tersi benden daha çok başarılı biriyle kendimi karşılaştırırsam; yukarı doğru karşılaştırma yapmış olurum ve başarısız olduğumu düşünürüm. Benliklerimizi oluşturan her bir özellik bu karşılaştırmalar nedeniyle farklılaşabilir. Örneğin; kendini akademik olarak başarılı görmek okulun başarı düzeyiyle ilişkili olabilir. Bu örnek de benliğin bir yanılsama olduğuna işarettir.

Benliğimizin bir yönü de maddi varlıklarımız tarafından belirlenmektedir.

Benim için önemli olan tüm nesneler benim benliğim parçalarını oluşturabilir. Bu nesnelerle ilgili geçmiş bir yaşantım olmuş olabilir ya da o nesne sevdiğim birisini, başka bir nesneyi çağrıştırabilir. Ayrıca yeni bir şey almadan önce alacağım şeyde benimle ilgili bir özellik ararım. Diyelim ki yeni bir defter alacağım. İstediğim özelliklere sahip 3 tane defter olsun, bu 3 defterin tek farkı kapaklarındaki fotoğraf. Birinde kahve, birinde kedi, birinde de motosiklet fotoğrafı var. Peki ben hangisini seçeceğim? Tabii ki benliğimle ilişkilendirdiğim defteri. Kahve içmeyi çok seven birisiysem birinciyi; kedileri çok seviyorsa, kedi besliyorsam ya da beslemişsem ikinciyi; motosiklet tutkunuysam üçüncüyü seçerim. O defter artık benliğimle çok kolay bir şekilde uyuşabilir. Eğer bu uyuşma yüksek düzeyde olduysa; defterin başına bir şey geldiğinde ya da defter kaybolduğunda çok üzülebilirim.

Aklıma şöyle bir soru geldi: Benliğimle uyuşan, çok benimsediğim bu defteri kendim için değil de bir arkadaşıma hediye olarak alırsam defteri ona vermek benim için ne kadar kolay olur? Aslında geçmişimi düşününce bunun kolay olmadığını hatırlıyorum. Bir keresinde benim benliğimi yansıtan ama arkadaşım için aldığım hediyenin aynısından kendim için de bir tane almıştım. Bir keresinde de arkadaşım için seçtiğim hediyenin kendi benliğimi yansıttığını fark edip onu kendim için almış ve arkadaşımın benliğini düşünerek ona başka bir hediye seçmiştim.

Grup Süreçlerinin Benlik Üzerindeki Etkisi

Grubun bireyin üzerindeki etkisini en iyi gösteren deney bence Zimbardo’nun Stanford Hapishane Deneyi. Hem gardiyan rolündeki hem de mahkum rolündeki katılımcıların benlikleri çok hızlı bir şekilde büyük bir değişime uğramış. Benliğin değişime açıklığını bu deneye bakarak rahat bir şekilde görebiliriz. Yapılan önemli deneylerden biri de Asch’in Uyma Deneyi. İnsanlar yanlış olduğunu bildiği şeylerde bile gruba uyma davranışı göstererek doğruluğunu savunabiliyor. Çok dürüst bir benliğe sahip olduğunu düşünen biri bile bu uyma davranışından kolaylıkla kaçamıyor. Milgram‘ın deneyi ise tek bir otorite figürünün, insanların bir başkasının ölümüne neden olmayı göze alabilecek duruma gelmesinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Yani benlik koşullara, kişilere göre değişebiliyor. 

Kültürün Benliğe Etkisi

Yaşadığımız kültürün de benlik üzerinde etkisi çok büyüktür. Öncelikle kültürümüz nedeniyle algılarımız farklılaşır. “Benlik Yanılsaması” kitabında bunu anlatan bir çok araştırma var. Ben de bildiğim iki çalışmayı buraya aktarmak istiyorum. Segall, Campbell ve Herskovits (1966) yaptıkları araştırmada Afrikalı kabilelerdeki kişilerin hep yuvarlak kulübelerde oturdukları ve bizim için oldukça olağan dik yapıları görmedikleri için düz çizgiler ve dik açılardan oluşan görsel yanılgılara düşmediklerini gözlemlemişlerdir (akt., Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2014).

Diğer çalışma ise bir illüzyon araştırmasıdır. Bu araştırma kültürün; bilişlerin ve algıların oluşmasındaki önemini ortaya çıkarmıştır (Ames, 1951). Araştırmada farklı kültürlerden bireylere yamuk şeklinde, hızla dönen bir pencere gösterilmiş ve katılımcılara ne gördükleri sorulmuştur. Katılımcıların çoğu dikdörtgen bir pencerenin öne arkaya hareket ettiğini söylemiştir. Bu katılımcıların yaşadıkları kültürlerde “Pencereler dikdörtgendir.” şemasının olmasından kaynaklanmaktadır. Sadece Afrikalı bir kabile illüzyona kapılmayıp pencerenin yamuk olduğunu ve döndüğünü görebilmiştir. Farklılığın sebebi olarak bu Afrikalı kabilenin tüm pencerelerinin yuvarlak olması ve “Pencereler dikdörtgendir.” şemasının olmaması gösterilmektedir.

Kültürün algılarımızı bile bu kadar farklılaştırdığını düşündüğümüzde benliğimiz üzerinde etkisinin olmadığını düşünmek imkansız gibi görünüyor. Çünkü algılarımızı hesaba katmadan benlik hakkında yorum yapabileceğimizi düşünmüyorum. Bununla birlikte bireyci kültürde ya da toplulukçu kültürde doğup büyümüş olmamız da benliğimizi etkiler. Örneğin; toplulukçu kültürde yetişmiş biri bireyci kültürde yetişmiş birine göre insan ilişkilerine daha fazla önem veren, ailesine daha bağlı ya da iç grubunun yararını kendi yararından daha çok gözeten bir benlik geliştirebilir.

Anıların Benliğe Etkisi

Benliğimiz anılarımız tarafından da karakterize olmaktadır. Bebeklerin benliklerinin sosyal deneyimleriyle ilk adımlarının atıldığını belirmiştim. Tüm hayatımız boyunca bu sosyal deneyimler anı olarak beynimize kodlanır. Anılarımıza bakarak “Ben şu durumda şöyle yapmıştım, bunu demiştim o zaman böyle biriyim” diyerek benliğimizin bazı özelliklerini görebiliriz. Olmasını çok istediğimiz bir şeyi bazen olmuş gibi hatırlar, birisine söylemek istediğimiz ama söylemediğimiz bir şeyi söylediğimizi iddia ederiz. Çünkü böyle bir anımızın olduğunu hatırlıyoruzdur. Ama ya bu anılar sahteyse? İşte benliğin yanılsama olduğunu gösteren bir nokta daha.

İnsanların anıları istedikleri gibi hatırladıklarını, hatta olumluluk yanlılığıyla birlikte idealize ettikleri benlikleriyle uyuşan bilgileri daha çok hatırladıklarını düşündüğümde benliğin yanılsama olmadığını savunacak bir örnek düşünemiyorum. “Benlik Yanılsaması” ve “Ben Nesli” kitaplarını okurken çevremdeki kişilerin ideal benliklerinin aslında ne kadar da çok benzediğini fark etmeye başladım. Etrafımdaki kişilerin çoğunun zihninde ünlü, zengin, başarılı, dürüst bir benlik imajı var. Barnum etkisine göre; benlik öykülerimiz bizim düşündüğümüzden daha çok birbirine benziyor. Çoğu kişi kendini ortalamaya göre daha zeki, daha eğlenceli, daha kibar olduğunu düşünür. Peki bunun nedeni ideal benliklerimizinde birbirine benziyor olması olabilir mi? Bu birbirine benzeyen benlik öyküleri belki de ideal benliğimiz tarafından şekillenen sahte anılar tarafından oluşturuldu ve bu nedenle Barnum etkisini görüyoruz. 

Benliğimizi görmek için baktığımız aynaları bile kendimizin seçtiğini söylemiştim. Sosyal medyanın yaygın kullanımıyla artık benliğimizi görebileceğimiz bir çok aynamız var. Hemen kendimize bir profil oluşturup kendimizi istediğimiz gibi sunabiliriz. Sonra da yeni arkadaşlar ekleriz. Peki bu arkadaşları neye göre seçiyoruz? Tabii ki bizim benliğimize yakın olmasına göre.

sosyal medya ve benlik

Bizim dinlediğimiz tarzdaki müzikleri dinleyen, bizim tuttuğumuz takımı tutan, bizim sevdiğimiz filmleri sevdiğini söyleyen kişileri ekliyoruz. Bu aynalarda da tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi bir yansıma yaratıp onun benliğimiz olduğuna inanıyoruz. Ayrıca ünlü olmak sosyal medyada o kadar da zor değil. Örneğin Twitter fenomeni olan insanların yaptığı şey çok insana hitap eden tweetler atmak. Bu tweetleri yazarken de kişilerin bir bakıma benlik sunumunu yapmasını sağlıyorlar ki benliğini sunmaya çok meraklı olan Twitter kullanıcıları bunu retweetlesin ya da beğensin. Tabi yine çoğunluğa hitap etmesi için tweetin içeriğinin de çoğu kişinin benliğine uygun olması gerekiyor. Twitter fenomeni olmak durumluk benlik değerini arttırdığı için, orada bir şeyler paylaşıyor olmak varlığımızı sanal alemde kanıtlamak anlamına geldiği için ve paylaştığımız şeylerin birçok insan tarafından beğeniliyor olması onaylandığımız anlamına geldiğinden bundan hoşlandığımız için saatlerce online olarak vakit geçirebiliyoruz.

Bunun yanı sıra sosyal medya gerçek hayatta olamayacağımız biri gibi davranmak için çok uygun bir ortam yaratıyor. Fikirlerimizi kim olduğumuzu gizleyerek paylaşabiliriz, her zaman olmak istediğimiz ama sosyal normlara uymak için gizlemek zorunda kaldığımız benliğimizi sosyal medyada tam da istediğimiz gibi sunabiliriz. Ama gerçek benliğimiz sosyal medyadaki benliğimiz mi, gerçek hayattaki benliğimiz mi? Ben kendi ismimizle açtığımız ve gerçek hayattaki arkadaşlarımızın da ekli olduğu bir profilde gösterdiğimiz benliğimizin değil de farklı bir isim kullanarak açtığımız profilde gösterdiğimiz benliğimizin aslında gerçek benliğimizi yansıtabileceği kanısındayım. Çünkü bu durumda hiçbir sosyal norm yok, oradaki kişilerle karşılaşmayacağını düşünüyorsun, sosyal beğenirlik etkisi devreye girmiyor ve benliğini istediğin gibi sunabiliyorsun. Belki de benliğimizin bizim bile farkında olmadığımız bazı özellikleri bu profillerimiz sayesinde ortaya çıkıyor. Saldırganlık, yardımseverlik, dürüstlük, yalancılık, narsistlik gibi…

Sonuç olarak benliğin bir yanılsama olduğunu, birçok faktörden etkilendiğini kabul etmek zordur ancak kabul etmememiz bir açıdan yararlıdır. Örneğin kendimizi zeki, becerekli olarak görmek bir işi yaparken ki motivasyonumuzu artırır. Seçimlerimizi özgür irademizle yaptığımızı düşünmek bir şeylerin üzerinde kontrolümüz olduğunu düşündürür ve bu nedenle değerli olduğumuz hissini uyandırır. Bence hızla büyüyen ve gelişen dünyada insanların benlik yanılsamasının farkında olmamasının ruh ve akıl sağlıklarını koruyabilmek adına değerli bir işlevi var.


Kaynakça: 

  • Ames Jr, A. (1951). Visual perception and the rotating trapezoidal window. Psychological Monographs: General and Applied, 65(7), 4-32.
  • Hood, B. (2014). Benlik yanılsaması. (1. Baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Kağıtçıbaşı, Ç. ve Çemalcılar, Z. (2014). Dünden bugüne insan ve insanlar: Sosyal psikolojiye giriş. İstanbul: Evrim Kitap.
  • Segall, M. H., Campbell, D. T. ve Herskovits, M. J. (1966). The influence of culture on visual perception. (p. 32). Indianapolis: Bobbs-Merrill.
  • Twenge, J. M. (2009). Ben nesli. (6. Baskı). İstanbul: Kaknüs Yayınları.

  1. Harikasın!! Hem arkadaşım olmandan hem Hacettepe Psikoloji den aynı anda mezun olmaktan çok gurur duyuyorum. Çok keyifle okudum, çok temizdi. Çok şey öğrendim.
    Çok teşekkür ederim!

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

*